17 Mart 2014 Pazartesi

Telefonlar, Akllı Telefonlar ve Tablet Telefonlar (Phabletler)


Bir süredir kullandığım ve performansını filan bir kenara koyup, sırf işlevselliği için hastası olduğum phabletlerin hakkını vermeye geldim. Büyükmüş, şuymuş buymuş geçtim, oradan oraya giderken taa ilk telefona kadar indim.

Buyrun...

Teknoloji mütemadiyen tükettiğinin tersine işleyen bir döngü. Bu konu telefon teknolojisi üzerinden bakıldığında görseliyle, metniyle, reklamıyla, şuyla buyla her şekilde destekleniyor.

90 öncesi kuşağında doğanlar söyleyeceklerimi hafızalarındaki görselleri kullanarak daha iyi anlarlar.


Efendim ilk cep telefonu Motorola’da çalışan mühendis Martin Cooper tarafından, 1973 yılında yaratıldığında toplamda 1 kg ağırlığı mevcuttu. 1 kilogram. Hani şu mini mini kadınların “bende ağırlık çalışmak istiyorum” diyip de eline aldığı pembe, mor renkli plastik dumbell’ları düşünün. İşte mobil olarak taşımak, istenilen yerdeçağrı almak ya da çağrı yapmak için yanınızda sürekli taşıdığınız 1 kg’lık plastik dumbell. Oldukça kullanışsız. Hatta öyle ki mühendisi bile işte sırf bu ağrılık yüzünden konuşma süresini 20 dakikayla sınırlayan batarya kullandım pampalar” açıklamasını bile yapmış. (Açıklamanın aslı “Telefonun uzun süre elde tutulmaması açısından iyiydi.”)

1983 yılında, aradan geçen 10 yılda cep telefonuna 200 gr verdirmeyi başaran Motorola Dynatac 8000x adlı modelini piyasaya sürdüğünde de hala cep telefonu taşımak için ayrı bir güç sarfetmek gerekiyordu. Bir de 15 cm bir anten vardı ki bu telefonda akıllara zarar.


Neyse, neticede dönemin süper gücü Motorola baktı olacak gibi değil 1989’da “ilk kapaklı telefon” olarak bilinen MicroTAC 9800X modelini sürdü piyasaya. Bu model bir öncekine göre daha hafif ve kullanışlı olsa da anteni hala 15 cm’di.

1992 yılında bizler için (90’lar öncesinde doğanlar) efsaneleşen cep telefonu markası Nokia doğdu. Her şeyiyle daha kullanışlı bir telefon yaratarak antenini de makul boyutlara çekti. Yine de o makul boyutların Motorola’nın sektöre öncülük eden modellerine oranlayınca makul olduğunu hatırlatalım.

Telefonların rakip pazar oluşumuyla çılgın atan gelişim süreci de bununla başladı. Efendim yanında çanta içinde taşınan bataryasıyla telefon mu istersiniz, piksel piksel dokunulan telefon mu istersiniz, Simens’ler, Motorola’lar, Nokia’lar, Ericsson’lar, Alcatel’ler vs... Hepsi girdi girdi çıktı hayatımıza.


Velev ki hatırlarım, biz lisedeyken hala lüks sayılırdı cep telefonları. Sınıftaki ilk cep telefonu olan arkadaşımızın telsim hattıyla beraber OMO deterjan paketinden (hani şu devasa kutulu olanlar) çıkan Bosch marka yeşil, tuğla büyüklüğündeki cep telefonu olmuştu. Lise sonda da ben o zamanki hayalim Nokia 5110’uma kavuşmuştum. Üstelik de bataryası titreşimliydi. Fiyakası o biçimdi. (Yüzümün gözümün hatrına olmadığını, evden uzakta dersaneye gittiğimden takip amaçlı verilmiş olduğunu hala kabul etmiyorum.)


Ne diyorduk ya? Hah, boyut. İşte efendim böyle 15 cm’lerden (seninki kaç santim?) sonra baktılar ki olmuyor, biz bunu küçültelim dedi piyasada yer alan markalar yuvarlak masaya oturup. Birbiri ardına “bu en küçüğü”, “hayır asıl bu en küçüğü”, “hayır asıl bu en küçüğü ve en incesi” diye süregiden bir yarış başladı. 

Nokia 8210’lar, efendim ince ve kibarlığıyla Panasonic GD93’ler, Ericsson T10'lar, Motorola T190’lar (ki otobüste elimden alındığı gibi çalınmışlığı hala içimde bir derttir) küçüldü, küçüldü, küçüldü...

Arada bir ton hikaye var kurgulanacak. O yüzden geçiyorum şimdiki derdimize. Şimdi artık akıllı telefon çağında aklımız fikrimiz inch’te. Yok efendim “bu telefonun ekranı 4,5” ama işte tasarımını böyle yapmasalar daha büyük ekranı olurdu”lar, yok efendim “bu telefon 7” ama biz telefon demek zorunuza gitmesin diye phablet diyoruz”, yok efendim “bu telefonun 3”lik ekranı bana yetmiyor, Facebook fotoğraflarını bit gibi görüyorum, gelen kutuma gelen mesajları ferman gibi okuyorum.”lar...


Sulanmayacağım, dur şimdi. Şu phabletlerden bahsetmek istiyorum. 

Dışardan baktığında çok komik evet bunu kulağına götürmüş telefon görüşmesi yapmaya çalışan kişi görüntüsü. Kabul ama be arkadaş mikrofonlu kulaklık teknolojisi diye bir şey var. Takıyorsun kulağına, mis gibi telefonu öyle kolunu bükerek tutmaktansa rahat rahat konuşuyorsun. 

İkincisi, eğer sürekli çevrimiçi olmanızı gerektiren bir işiniz varsa ve yanınızda bilgisayar, tablet taşıyıp gerek wi-fi aramak, gerekse cep telefonunuzu modem yaparak şarjını tüketmek isteme hakkınız var. Bu durumda işte phablet denen 3G’li tablet telefonlar mucize sayılıyor.


Bu duruma daha bir, iki ay önce ben de gülüyordum ama şimdi şimdi Asus’un Fonepad 7’sini kullanmaya başladığımdan bu yana tüm fikrim değişti. Aslen Sony Xperia Z1 sahibiyim. Çok da memnunum her şekilde telefon amaçlı boyutundan, şarjından, kalitesinden, ekranından vs. vs. Ancaaaak, iş için kullandığım hattımı bu phablete taktığımdan beri dünya benim için çok daha mobil artık. 

Şu an bu phabletleri takıntı yapmış durumundayım. En yakın zamanda türlü modelleri bir araya getirip, bir inceleme yapacağım yine kendi usulümce. 

Ha bu arada, bu yazı da Asus fonepad 7 ile yazıldı deniz kenarında.


0 yorum :

Yorum Gönder